Yeni bir yıla yaklaşırken dış dünyadan çok, iç dünyanın sesini duymak ister insan.
Takvim değişirken aslında en çok değişen şey, kendi içimizde tuttuğumuz niyetler, kendi özümüze ne kadar yaklaşıp yaklaşmadığımızdır.Son zamanlarda dikkatimi çeken temalar hep aynı noktada birleşti:
Hayatın, olan ve olmayan her şey üzerinden bize görünmez bir eğitim verdiği fikri…
Ve bu eğitimin en ince yerinin de farkındalık olduğu.Bir durumla karşılaştığımızda hemen “Bu neden oldu?” demek kolaydır.
İnsan zihni sebepler bulmak ister; kontrol etmeye çalışır, açıklama arar.
Ama bir süre sonra şunu fark edersin: Asıl dönüşüm, “Bu durum bana ne gösteriyor?” sorusuyla başlar.
Yine de bu soruyu her an, her olayın sıcaklığında sormak kolay değildir.
Bazen önce duygunun içinden geçmek gerekir; orayı gerçekten hissetmek, sindirmek, anlamak…
Ancak o zaman içimizde bir alan açılır ve soruyu oradan sorabiliriz:“Bu deneyimin hediyesi ne?”Psikolojide buna duygusal esneklik deniyor — bir olay karşısında tepki vermeden önce, içeride bir boşluk yaratabilme kapasitesi.
Felsefede ise Stoacılar buna “iç gözlem aralığı” der; olayla tepki arasına kısa bir mesafe koyabilmek.
O mesafe, insanın özgürlüğüdür.Bu bakış açısı, bizi içsel bütünlüğün anlamına getiriyor.İnsanın söylediğiyle yaptığı şey arasında bir uyum varsa, içinde bir huzur oluşur.
Söz, aslında bir yönlendirme enerjisidir; niyetimizin evrene gönderdiğimiz ilk şeklidir.
Eylem ise onun dünyadaki karşılığı.
Bu ikisi ne kadar birbirine yakınsa, insan o kadar kendisiyle barışıktır.Keskin sözler verip, sonra onları yerine getirmediğimizde içimizde bir ağırlık oluşur.
Çünkü sözün taşıdığı enerji ile davranışın frekansı arasında bir çatallanma doğar.
Bu yüzden bilinçli konuşmak, farkında olarak söz vermek ve verdiğimiz söze sadık kalmak sadece etik bir davranış değil; ruhsal bir hijyen gibidir.Aslında içsel bütünlük dediğimiz şey tam da budur:
Kendinle uyum hâli.
Sözün, kalbin ve eylemin aynı yerde buluşması.İnsanın kendisine sadık kalabilmesi için önce özünü duyması gerekir.
Bu da bizi sadeleşmeye götürür.
Sadelik, hayatı küçültmek değil; hayatı gereksiz olandan arındırmaktır.
Bazen bir düşünceyi, bazen bir beklentiyi, bazen bir ilişkiyi…
Sadelik, insanı kendi merkezine çeker.Derinlik ise aynı merkezin içinde yüzeyden çekilmek, daha aşağıda akan o sessiz katmana inmektir.
Modern psikoterapi dilinde derinlik, öz farkındalık ile eş anlamlıdır; kişinin kendi niyetlerini, gölgelerini ve duygularını samimiyetle görebilme kapasitesi.
Bu, cesaret ister.
Çünkü insan yüzeyde kaldığı sürece hayatın sadece gürültüsünü duyar; derine indiğinde ise kendi hakikatine temas eder.Ve özgürlük…
Özgürlük çoğu zaman dışarıdan beklenen bir alan gibi görülür ama aslında içeride başlar.
Kendin gibi yaşayabilmek, kendi hissine sadık kalabilmek ve başkalarının beklentilerinden soyunabilmek…
Felsefede buna “otantisite” denir; insanın kendi özüne sadık bir yaşam sürmesi.
Özgürlük böyle başlar: Başkası olmak zorunda olmama hâli.Tüm bu fark edişlerin arasında şunu giderek daha net hissediyorum:
Hayatta yaptığımız en küçük iyiliklerin bile düşündüğümüzden çok daha büyük bir yankısı var.
Bir cümle, bir tebessüm, bir destek…
Psikolojik araştırmalar, iyilik yapmanın hem beyin kimyasını dengelediğini hem de kişinin kendi yaşam anlamını güçlendirdiğini gösteriyor.
Ruhsal öğretilerde de iyilik, insanı kendi merkezine döndüren bir kapı olarak anlatılır.
Belki de bu yüzden her iyilik, görünmez bir şekilde geleceği de iyileştirir.2026’ya yaklaşırken içimde netleşen şey şu:
Sadelik, derinlik ve özgürlük birbirinden ayrı değil; birbirine kapı açan üç hâl.
Sadelik içeri çağırır, derinlik kök salar, özgürlük genişletir.
İnsanı kendi merkezine döndüren bir üçleme gibi.Bütün bu yolculuğun sonunda geriye çok güçlü bir cümle kalıyor:
Sözün, kalbin ve eylemin aynı yerde buluşsun.
SEVGİYLE
PB