10 May
10May

Bugün Anneler Günü... Vitrinler rengarenk çiçeklerle, tatlı sürprizlerle dolup taşıyor. Sosyal medya annelerimize olan minnetimizi, sevgimizi ifade eden içten mesajlarla yankılanıyor. Elbette, annelerimiz hayatımızın en değerli varlıkları, şefkatin, fedakarlığın timsali. Ancak bu özel günün yarattığı o yoğun atmosferde, zihnimi kurcalayan bir soru var: Gerçekten kime sesleniyoruz? Ve bu kutsallaştırılan "anne" rolü, onların ve bizim üzerimizde ne gibi anlamlar yüklüyor?

Yaşadıkça ve hayata farklı açılardan baktıkça, hayatımızın bize sunduğu tüm rollere karşı daha eleştirel bir gözle bakmaya başladım. Sadece annelik değil; babalık, kardeşlik, evlatlık, arkadaşlık, öğretmenlik, mühendislik… Hepsi, hayatın akışı içinde üzerimize yapışan, bizi tanımlayan ve beklentiler yaratan kimlikler. Oysa biz, bu rollerden çok daha fazlasıyız.

Psikolog Carl Jung'un dediği gibi, hepimiz farklı "personalar" yani maskeler takarız. Bu maskeler, sosyal hayatta uyum sağlamamıza, farklı ortamlara adapte olmamıza yardımcı olur. Ancak zamanla bu maskelerle o kadar özdeşleşiriz ki, altındaki gerçek benliğimizi unutabiliriz. Özellikle "anne" gibi toplumsal olarak yüceltilen bir rol, beraberinde büyük bir sorumluluk ve beklenti getirir. Mükemmel anne imgesi, annelerin kendi bireysel ihtiyaçlarını, hayallerini ve hatta kusurlarını görmezden gelmelerine neden olabilir.

Felsefeci Simone de Beauvoir, "İnsan kadın doğmaz, kadın olur," derken aslında toplumsal cinsiyet rollerinin ne kadar inşa edilmiş olduğunu vurguluyordu. Aynı durum, "anne" rolü için de geçerli. Toplumun idealize ettiği anne figürü, annelerin kendi özgün benliklerini ifade etmelerini zorlaştırabilir. Onlar da hata yapabilen, yorulabilen, kendi ilgi alanları ve tutkuları olan bireylerdir.

Şamanik bir çalışmada deneyimlediğim gibi, ebeveynlerimizle olan ilişkimizde de bu rolleri aşmak, onların insanlığını görmek şifalandırıcı olabilir. Babamın enerji formunda söylediği o cümle hala zihnime kazılı: "Evet, senin baban olabilirim ama ben de bir insanım. Bunu unutma ve bize çok fazla anlam yükleme." Bu sözler, ebeveynlerimizin de kendi tekamül yolculuklarında olduğunu, kendi deneyimlerini yaşadıklarını hatırlatıyor. Onların davranışlarını anlamaya çalışmak, elbette yaşadığımız zorlukları yok saymak anlamına gelmez. Ancak öfke ve kırgınlık yerine, anlayış ve şefkatle yaklaşmak, hem onlarla olan ilişkimizi hem de kendi iç huzurumuzu destekleyebilir.

Kişisel gelişim uzmanı Brené Brown'ın dediği gibi, "Mükemmeliyetçilik bir zırhtır." Mükemmel anne, mükemmel eş, mükemmel çalışan olma çabası, bizi kendi kırılganlıklarımızdan, gerçek duygularımızdan uzaklaştırır. Oysa gerçek bağlantı, kusurlarımızı ve insanlığımızı kabul ettiğimizde kurulur. Annelerimizle, eşlerimizle, arkadaşlarımızla ve hatta kendimizle olan bağımız, ancak bu maskeleri indirdiğimizde derinleşebilir.

Peki, tüm bu rollerin ötesinde "ben" kimim? Bu soruya cevap bulmak, ömür boyu sürecek bir keşif yolculuğu. Meditasyon, yoga, sanat, doğa yürüyüşleri gibi pratikler, iç sesimizi dinlememize, kendi değerlerimizi ve ihtiyaçlarımızı anlamamıza yardımcı olabilir. Belki de önemli olan, bu rolleri reddetmek değil, onları bilinçli bir şekilde seçmek ve oynamak. Bir anne olarak çocuğuma şefkat gösterirken, aynı zamanda kendi bireysel kimliğimi de koruyabilirim. Bir evlat olarak ebeveynlerime saygı duyarken, kendi sınırlarımı çizebilirim.

Anneler Günü vesilesiyle, sadece annelerimize değil, hayatımızdaki tüm rollere ve bu rollerin ardındaki insanlara sevgi ve anlayışla yaklaşalım. Onların da bizim gibi duyguları, hayalleri ve zorlukları olduğunu unutmayalım. Ve en önemlisi, tüm bu kimliklerin ötesinde, özgün ve değerli bir "ben" olduğumuzu hatırlayalım. Belki de bu Anneler Günü, sadece annelerimizi kutlamakla kalmayıp, kendi içimizdeki "anne"ye, yani şefkate, kabullenmeye ve beslemeye de bir adım daha yaklaşmak için bir fırsat olabilir.

Unutmayalım ki, hepimiz insanız. Ve insan olmak, tüm rolleriyle ve rolleri aşan özüyle güzeldir.


PB

SEVGİYLE

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.