15 Jun
15Jun

Mindfulness veya halk arasında bilinen adıyla farkındalık, genellikle "şimdiye odaklanmak" olarak basitleştirilir. Evet, bu tanımda bir doğruluk payı var; ancak zihnin çalışma prensiplerini göz ardı ettiğimizde eksik kalıyor. Zihnimiz, doğası gereği sürekli gezinir. Düşüncelerden düşüncelere atlar, geçmişe gider, geleceğe uçar. Bir an bile sabit kalması neredeyse imkansızdır. İşte bu yüzden, "Mindfulness odaklanmak değil, geri gelmektir" cümlesi, pratik hakkında çok daha doğru ve kapsayıcı bir resim çizer.

Mindfulness pratiğinin amacı, düşünceleri durdurmak ya da zihni boşaltmak değildir. Bu, boşa kürek çekmek gibi bir çaba olurdu. Asıl olan, zihninizin dağıldığını, bambaşka bir yere gittiğini fark etmek ve sonra nazikçe, yargılamadan dikkatinizi yeniden şimdiki ana geri getirmektir. Bu, nefesinize, bedeninizdeki duyumlara veya o an yaptığınız işe dönmek olabilir. Tıpkı bir köpeğin topu getirmesi gibi, her dağıldığında onu sevgiyle geri çağırmak gibi düşünebiliriz. Bu "geri gelme" eylemi, aslında bir kas gibi güçlenir. Ne kadar sık pratik yaparsanız, zihninizin dağıldığını o kadar çabuk fark eder ve an'a dönme beceriniz o kadar gelişir.

Bu noktada sempozyumda duyduğum ikinci cümlenin önemi de belirginleşiyor: "Olanın gelmesine izin vermek." Hayatta karşımıza çıkan düşüncelere, duygulara veya deneyimlere sıkça direnç gösteririz. Mutsuz hissetmek istemeyiz, kaygılanmak istemeyiz, zor bir durumla yüzleşmek istemeyiz. Ancak bu direnç, çoğu zaman acımızı daha da derinleştirir. "Olanın gelmesine izin vermek," ise, bir düşüncenin, bir hissin veya bir durumun orada olmasına yargısızca tanık olmayı ifade eder. Onu bastırmaya, yok saymaya veya değiştirmeye çalışmak yerine, sadece varlığını kabul etmek... Tıpkı gökyüzünde belirip kaybolan bir bulut gibi, onların da geçici olduğunu anlamak, içsel bir özgürleşme sağlar. Bu, pasif bir teslimiyet değil, aksine an'ı tüm gerçekliğiyle kucaklayan aktif bir kabulleniştir.


"Neden Yapmayayım?": Engelleri Aşmanın Anahtarı

Yeni bir şeye başlamak, kötü bir alışkanlığı bırakmak veya hayatımızda olumlu bir değişiklik yapmak istediğimizde, zihnimiz otomatik olarak "Nasıl sürdürebilirim?", "Yeterli zamanım var mı?", "Ya başarısız olursam?" gibi sorularla dolup taşar. Bu sorular, potansiyel engellere odaklanarak bizi harekete geçmeden yavaşlatır, hatta durdurur. Çoğu zaman daha başlamadan pes etmemize neden olan bir kaygı döngüsü yaratır.

İşte tam bu noktada, sempozyumdan aklımda kalan o sihirli soru devreye giriyor: "Neden yapmayayım?"

Bu basit soru, zihnimizi tamamen farklı bir yöne çevirir. Artık potansiyel zorluklara odaklanmak yerine, o şeyi yapmamamız için gerçekten geçerli bir neden olup olmadığını sorgulamaya başlarız. Genellikle, bu soruya verilen dürüst bir cevap, bizi durduranın somut bir engelden ziyade, kendi içsel korkularımız, alışkanlıklarımız veya ataletimiz olduğunu gösterir.

"Her sabah 10 dakika meditasyon yapmamak için nedenim ne ki?" dediğinizde, genellikle aklınıza sizi ikna edici bir cevap gelmez. Aksine, o 10 dakikanın getireceği dinginlik, zihinsel berraklık ve içsel huzur gibi faydalar ön plana çıkar. Bu soru, mazeretlerimizi elemine eder ve bizi eyleme geçmeye teşvik eden güçlü bir katalizör görevi görür. "Yapmamak için bir nedenim yoksa, neden yapmayayım?" mantığıyla ilerlemek, bizi potansiyelimizle yüzleştirir ve adım atmamız için gereken o küçük itişi sağlar.


An'a Geri Dönüş ve Eylemin Kabullenişi

Mindfulness'ın "geri gelmek" felsefesiyle "neden yapmayayım?" sorusunun gücü birleştiğinde, hayatımızda gerçek bir dönüşüm başlayabilir. "Geri gelme" becerimizi geliştirerek, her dağıldığımızda an'a dönmeyi öğreniriz. Bu, aynı zamanda, "neden yapmayayım?" sorusuna verdiğimiz cevapların daha bilinçli ve kararlı olmasını sağlar. Zihnimizdeki o anlık itirazları ve mazeretleri daha kolay fark eder, onlara takılıp kalmadan yolumuza devam edebiliriz.

Bu iki bakış açısı, bizi sürekli bir kontrol ve zorlama çabasından kurtararak, hayatı daha büyük bir kabullenişle ve daha az dirençle yaşamaya davet ediyor. Anda kalabilmek için çabalamak yerine, dağıldığımızda nazikçe geri dönmek. Bir şeyi yapmakta tereddüt ettiğimizde ise, "neden yapmayayım?" diye sorarak önümüzdeki görünmez duvarları yıkmak.

Peki, sizin hayatınızda "geri gelmeniz" gereken anlar hangileri? Ve "neden yapmayayım?" diye sorarak adım atabileceğiniz o ilk küçük şey ne olabilir? Belki de her şey, bu iki basit sorunun gücünü fark etmekle başlar.



Wendy O'Leary'nin Merceğinden Öz Şefkat: Zor Anlarda Kendine Nazik Olmanın Gücü

Sempozyumda duyduğumuz ve zihinlerimizde yankılanan kavramlardan biri de öz şefkat üzerine derinlikli bir bakış açısıydı. 

Öz Şefkat: İşler Zorlaştığında Kendine Dost Olmak

Aktarılan öz şefkat tanımı oldukça net ve güçlüydü: "İşler zorlaştığında kendine nazik olmaktır." Bu ifade, öz şefkatin sadece her şey yolunda giderken kendimize iyi davranmakla sınırlı olmadığını, asıl gücünü en çok ihtiyaç duyduğumuz anlarda, yani zorluklarla karşılaştığımızda ortaya koyduğunu vurguluyor.

Hayat inişli çıkışlıdır; hepimiz zaman zaman hata yapar, hayal kırıklığı yaşar, kendimizi yetersiz hisseder veya acı çekeriz. Bu anlarda iç sesimiz genellikle eleştirel ve yargılayıcı olabilir. "Neden bunu yaptın?", "Yine mi başarısız oldun?", "Yeterince iyi değilsin" gibi düşünceler, zaten zor olan durumu daha da ağırlaştırır.

İşte tam bu noktada, sempozyumda bahsedilen öz şefkat devreye giriyor. Kendimize dönüp, yaşadığımız zorluk ne olursa olsun, kendimize destekleyici, anlayışlı ve şefkatli bir arkadaş gibi davranmak... Bu, kendimizi acımasızca eleştirmek yerine, durumu kabul etmek ve tıpkı yakın bir arkadaşımıza gösterdiğimiz gibi kendimize karşı nazik bir tutum sergilemektir.

Duygusal Dayanıklılığın Temeli

Konuşmacı, öz şefkatin sadece "iyi hissetme" meselesi olmadığını, aksine duygusal dayanıklılığın temelini oluşturduğunu belirtti. Kendimize şefkatle yaklaştığımızda:

  • Duygusal Fırtınaları Daha İyi Yönetiriz: Zor duygularla yüzleşirken kendimizi yargılamak yerine şefkat göstermek, bu duyguların daha hızlı geçmesine ve üzerimizdeki etkisinin azalmasına yardımcı olur. Kendimizi güvende hissettiğimizde, zorlayıcı hislere daha kolay dayanabiliriz.
  • Hatalarımızdan Öğreniriz: Hata yaptığımızda kendimizi kırbaçlamak yerine şefkat göstermek, hatayı bir öğrenme fırsatı olarak görmemizi sağlar. Mükemmeliyetçiliğin getirdiği baskıdan kurtularak, denemeye ve gelişmeye devam edebiliriz.
  • İçsel Değerimizi Hatırlarız: Konuşmacı, bireyin değerinin dış başarılarına veya başardıklarına bağlı olmadığını vurguladı. Öz şefkat, koşulsuz bir kabulle kendi içsel değerimizi fark etmemizi sağlar. Bu temel sağlam olduğunda, dışarıdan gelen eleştiriler veya olumsuzluklar bizi daha az etkiler.

Bu perspektif, öz şefkatin sadece kendimize iyi davranmakla kalmayıp, aynı zamanda daha güçlü, daha anlayışlı ve daha dengeli bireyler olmamız için kilit bir rol oynadığını net bir şekilde ortaya koyuyor. Kendimize bu nazik alanı açtığımızda, hayatın getirdiği her türlü zorluğun üstesinden gelmek için içsel bir kaynağa sahip oluruz.

SEVGİYLE

PB

İçerik yapay zeka destekli hazırlanmıştır.

Bahsedilen sempozyum Mindfulness İnstitute merkezinin düzenlediği 9. Mindfulness Sempozyumu'dur.



Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.